İSLAMDA SELAMLASMA'NIN ÖNEMİ NEDİR?
İslâm dîni, insanlar arasındaki münâsebetleri kemâliyle te’sîs etmiş ve bu husustaki vazîfeleri gâyet açık olarak mensublarına göstermiştir. Toplu halde yaşayan insanların yolda, evde, işyerinde ve mescidte karşılaştığı müslüman kardeşine islâmî tehıyyesi selâm vermektir.
Selâm kelimesi; sulh, rahatlık, sonu iyi ve hayırlı çıkma mânâlarına gelir. Ayrıca fâni olmama, zevalsiz olma mânâsına gelen Allâh-ü Teâlâ’nın isimlerinden de birisidir.
Selâm alıp vermenin tarihi en az insanın yaratılışı kadar eskidir. Bir Hadîs-i Şerifte beyân edildiğine göre; Cenâb-ı Hakk Hz. Âdem(as)’ı halkettiği zaman kendisine “Git de oturmakta bulunan şu melekler topluluğunu selâmla. Sana (mukâbele olarak) verecekleri selâma kulak ver. Çünkü o, senin de, zürriyetinin de selâmı olacaktır.” buyurdu. Âdem(as) varıp meleklere, “Esselâmü aleyküm” dedi. Onlar da, “Esselâmü aleyke ve Rahmetüllah” dediler.
Ancak, insanlar Allah’ın emirlerinden uzaklaşınca, İslâm’ın şerefini ve selâmın ehemmiyetini, hatta lafızlarını bile unuttular ve unutturuldular. Hz. Âdem(as)’ın Vahy-i Rabbâni üzerine, meleklerden telâkkî ettiği selâm yerine; her milletin arasında ayrı bir acâiblik görülmeye başlandı. Hıristiyanlar, birbirini selâmlayacağında elini ağzına koymakta; Yehûdiler, elleriyle işâret edip baş eğmekte; Mecûsîler, iki büklüm olup eğilmekte ve câhiliyyet devri Arablarıda “Allah sana hayat versin” mânâsına gelen “Hayyâkellah” sözünü, selâm olarak kullanmakta idiler. Hiçbir hususta, başka milletlerle ortaklık kabul etmeyen İslâm Dîni, o câhiliyyet âdetlerine aslâ iltifat etmedi ve tâlimini Kur’ân-ı Kerîm, tatbîkini Sünnet-i Seniyye içinde bulduğumuz selâmı asıl şekli ile bugüne kadar muhâfaza etti ve mensublarına öğretti.
İslâm fıkhına göre selâmı vermek sünnet-i kifâye, almak farz-ı kifâyedir. Fakat selâm vermek, bir farzın işlenmesine sebeb olması ve İslâmî şiârın ihyâsına hizmet etmesi bakımından, almaktan daha hayırlıdır. Zîrâ selâm veren işlediği sünnetin ve işletmeye vesîle olduğu farzın sevablarını birlikte kazanmış olur. Nitekim bir Hadîs-i Şerifte Peygamber Efendimiz(sav): “İnsanların Allâh’a göre en elverişlisi, selâma ilk başlayandır.” buyurmaktadırlar. Yüce Rabbimiz , Kur’ân-ı Kerîm’in bir çok yerinde biz kullarına selâm vermiştir. Selâm bir Sünnet-i Muhammedî olduğu gibi, diğer Peygamberlerinde sünnetidir.
Selâm alıp, verirken dikkat edeceğimiz bazı hususlar, riâyet etmemiz îcâb eden bazı kâideler mevcuttur. Hutbemizin başında okuduğumuz Âyet-i Kerîmede meêlen buyuruluyor ki: “Bir selâm ile selâmlandığınız vakit siz ondan daha güzeli ile selâmı alın veya onu ayniyle karşılayın. Şübhesiz ki Allah her şeyin hesâbını hakkıyla arayandır.”
İnsan, bildiğini yapınca hayra ulaşır. Bu sebeple Rasûl-ü Ekrem Efendimiz(sav) şöyle buyurmaktadırlar: “Selâmı yayınız, yemek yediriniz, akrabalık (vazifelerini) devam ettiriniz ve halk uyurken namaz kılınız, selâm(ve selâmet) ile Cennet’e giresiniz.”.
Selâm, küçük büyük her müslümana verilmelidir. Hz.Enes(ra), küçük yaşta Resûlüllâh’ın himâyesi ve terbiyesi altına girdi ve on sene hizmette bulundu. Bu mübârek sahâbi, Peygamber Efendimiz’in kendisine selâm verdiğini haber vermektedir.
İnsan, kendi âilesine selâm verip alabilir.
Tevâzua daha muvâfık bulunduğu için binekli olan, yaya olana; yürüyen oturana; atlı olan merkebli olana selâm vermelidir.
Efrâdı az olan bir topluluk, çok olana selâm verir.
Yaşça ve ilimce küçük olanlar, bu bakımdan büyük olana selâm vermelidir.
Gayr-i müslime selâm verilmez. Onlar verecek olursa sadece “Ve aleyküm” demekle yetinilir. Çünkü onlar böyle bir duâya lâyık değildirler.
Cum’a ve bayram günlerinde hutbe îrad edilirken, hatibe veya cemâate; Hadis rivâyet edilen mecliste, okuyan ve dinleyenlere; ilmî bir ders yapıldığı sırada o mecliste hazır olanlara selâm verilmez. Çünkü konuşan veya dinleyeni yanıltmak ihtimali vardır.
Ezan ve ikâmet esnâsında selâm verilmez.
Kumar masası başında oyun oynayanlara, halâda bulunanlara, hamamda tesettürü terk etmiş kimselere de selâm verilmez.
İnsanların birbirini sevmesi; anlayıp kaynaşması, yaklaşıp konuşması iledir. Selâmlaşmak da, işte bunu te’min ve te’sis edecek olan başlıca müessirdir. Fahr-i Kâinât Efendimiz Hadîs-i Şeriflerinde buyuruyorlar ki: “Üç şey, (din) kardeşine (olan) sevgini hâlis kılar: Karşılaştığında selâm vermen, bir mecliste ona (yer) genişletmen ve onu, isimlerinden en sevimlisi ile çağırmandır.”
http://www.islamkultur.com/sorularla-cevabi-5.html
Selâm kelimesi; sulh, rahatlık, sonu iyi ve hayırlı çıkma mânâlarına gelir. Ayrıca fâni olmama, zevalsiz olma mânâsına gelen Allâh-ü Teâlâ’nın isimlerinden de birisidir.
Selâm alıp vermenin tarihi en az insanın yaratılışı kadar eskidir. Bir Hadîs-i Şerifte beyân edildiğine göre; Cenâb-ı Hakk Hz. Âdem(as)’ı halkettiği zaman kendisine “Git de oturmakta bulunan şu melekler topluluğunu selâmla. Sana (mukâbele olarak) verecekleri selâma kulak ver. Çünkü o, senin de, zürriyetinin de selâmı olacaktır.” buyurdu. Âdem(as) varıp meleklere, “Esselâmü aleyküm” dedi. Onlar da, “Esselâmü aleyke ve Rahmetüllah” dediler.
Ancak, insanlar Allah’ın emirlerinden uzaklaşınca, İslâm’ın şerefini ve selâmın ehemmiyetini, hatta lafızlarını bile unuttular ve unutturuldular. Hz. Âdem(as)’ın Vahy-i Rabbâni üzerine, meleklerden telâkkî ettiği selâm yerine; her milletin arasında ayrı bir acâiblik görülmeye başlandı. Hıristiyanlar, birbirini selâmlayacağında elini ağzına koymakta; Yehûdiler, elleriyle işâret edip baş eğmekte; Mecûsîler, iki büklüm olup eğilmekte ve câhiliyyet devri Arablarıda “Allah sana hayat versin” mânâsına gelen “Hayyâkellah” sözünü, selâm olarak kullanmakta idiler. Hiçbir hususta, başka milletlerle ortaklık kabul etmeyen İslâm Dîni, o câhiliyyet âdetlerine aslâ iltifat etmedi ve tâlimini Kur’ân-ı Kerîm, tatbîkini Sünnet-i Seniyye içinde bulduğumuz selâmı asıl şekli ile bugüne kadar muhâfaza etti ve mensublarına öğretti.
İslâm fıkhına göre selâmı vermek sünnet-i kifâye, almak farz-ı kifâyedir. Fakat selâm vermek, bir farzın işlenmesine sebeb olması ve İslâmî şiârın ihyâsına hizmet etmesi bakımından, almaktan daha hayırlıdır. Zîrâ selâm veren işlediği sünnetin ve işletmeye vesîle olduğu farzın sevablarını birlikte kazanmış olur. Nitekim bir Hadîs-i Şerifte Peygamber Efendimiz(sav): “İnsanların Allâh’a göre en elverişlisi, selâma ilk başlayandır.” buyurmaktadırlar. Yüce Rabbimiz , Kur’ân-ı Kerîm’in bir çok yerinde biz kullarına selâm vermiştir. Selâm bir Sünnet-i Muhammedî olduğu gibi, diğer Peygamberlerinde sünnetidir.
Selâm alıp, verirken dikkat edeceğimiz bazı hususlar, riâyet etmemiz îcâb eden bazı kâideler mevcuttur. Hutbemizin başında okuduğumuz Âyet-i Kerîmede meêlen buyuruluyor ki: “Bir selâm ile selâmlandığınız vakit siz ondan daha güzeli ile selâmı alın veya onu ayniyle karşılayın. Şübhesiz ki Allah her şeyin hesâbını hakkıyla arayandır.”
İnsan, bildiğini yapınca hayra ulaşır. Bu sebeple Rasûl-ü Ekrem Efendimiz(sav) şöyle buyurmaktadırlar: “Selâmı yayınız, yemek yediriniz, akrabalık (vazifelerini) devam ettiriniz ve halk uyurken namaz kılınız, selâm(ve selâmet) ile Cennet’e giresiniz.”.
Selâm, küçük büyük her müslümana verilmelidir. Hz.Enes(ra), küçük yaşta Resûlüllâh’ın himâyesi ve terbiyesi altına girdi ve on sene hizmette bulundu. Bu mübârek sahâbi, Peygamber Efendimiz’in kendisine selâm verdiğini haber vermektedir.
İnsan, kendi âilesine selâm verip alabilir.
Tevâzua daha muvâfık bulunduğu için binekli olan, yaya olana; yürüyen oturana; atlı olan merkebli olana selâm vermelidir.
Efrâdı az olan bir topluluk, çok olana selâm verir.
Yaşça ve ilimce küçük olanlar, bu bakımdan büyük olana selâm vermelidir.
Gayr-i müslime selâm verilmez. Onlar verecek olursa sadece “Ve aleyküm” demekle yetinilir. Çünkü onlar böyle bir duâya lâyık değildirler.
Cum’a ve bayram günlerinde hutbe îrad edilirken, hatibe veya cemâate; Hadis rivâyet edilen mecliste, okuyan ve dinleyenlere; ilmî bir ders yapıldığı sırada o mecliste hazır olanlara selâm verilmez. Çünkü konuşan veya dinleyeni yanıltmak ihtimali vardır.
Ezan ve ikâmet esnâsında selâm verilmez.
Kumar masası başında oyun oynayanlara, halâda bulunanlara, hamamda tesettürü terk etmiş kimselere de selâm verilmez.
İnsanların birbirini sevmesi; anlayıp kaynaşması, yaklaşıp konuşması iledir. Selâmlaşmak da, işte bunu te’min ve te’sis edecek olan başlıca müessirdir. Fahr-i Kâinât Efendimiz Hadîs-i Şeriflerinde buyuruyorlar ki: “Üç şey, (din) kardeşine (olan) sevgini hâlis kılar: Karşılaştığında selâm vermen, bir mecliste ona (yer) genişletmen ve onu, isimlerinden en sevimlisi ile çağırmandır.”
http://www.islamkultur.com/sorularla-cevabi-5.html
Konular
- Allah bu dini facir bir adamla da güçlendirir
- Hz. Ebu Bekr'in (r.a.) İslam ordusuna nasihatleri
- Trafik kazalarından korunmanın manevi tedbirleri
- Evlerin de iffeti vardır
- Hayatı boş yaşayanlara 40 nasihat
- Diyanet'e Göre İMÂM-I RABBÂNÎ
- İmam Rabbani Ne zaman vefat etti
- GAYRET-İ İSLÂMA NE OLDU?
- Ali Haydar Efendi de zahiri alimdi. Mürşid ya da Müceddid değildi.
- YA SEN OLMASAYDIN..
- Cennete giden günahkar komşu
- Hz. Ebu bekir'in İhtiyaç sahibi olana yardımı
- Sana Bir Kaz Yollasam Yolar Mısın ?
- KURMANCAN DATKA FİLM OLUYOR
- Hasta ziyaretine giden sağırın hikayesi
- Hamile kadın Allah yolunda cihad eden gibidir
- Hastalıklar kimine rahmet kimine zahmettir
- Çöpten çıkan Dostoyevski umudu oldu
- Yaşlı Şeyh Ve İcezat isteyen Genç Talebe
- Osmanlıda aile kültürü
- Vezir bulmak için kapı yaptıran padişah
- EV TEMİZLİĞİNDE LİMONU BAŞ SIRAYA YAZIN!
- Geçmişe sünger çekmek
- KOYUNLARIN KÖPEKLERDEN FAZLA OLMASININ NEDENİ..!
- uyku düzeni
- REFERANSIM ALLAH'TIR
- Kuran okumak sağ beyni geliştiriyor
- Bilinçaltı ve zihnin bu kadar önemli olduğunu bilmezdim
- Neden ehli sünnetle uğraşıyorlar
- Boşanmaktan Vazgeçiren Söz